"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

29 Haziran 2011 Çarşamba

Candace

Tao Lin
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2010, sayı 3, çev. Ilgın yıldız.

Ben arabayı sürüyorum; Chrissy yolcu koltuğunda oturuyor; eskiden sevgiliydik.
“Tokyo’da nereye gideyim?” diyor, “Heyecanlıyım.”
“Candace,” diye düşünüyorum. Hatalı ve geri döndürülemez bir sol yapıyorum; şimdi restorana gidiş on dakika uzadı.
“Tokyo’ya gittiğinde ne yaptın?”
“Ne?” diyorum. Bu insanla konuşmak istemiyorum, buna rağmen onunla akşam yemeği yemeyi kabul ettim. Bir tuhaf hissediyorum.
“Tokyo’da ne yaptın?” diyor. “Nereye gittin?”
“Bilmiyorum,” diyorum. “Bir tuhaf hissediyorum.”
“Tokyo’da yemek yedin mi?” diyor Chrissy.
“En sevdiğin yirmi yemek nedir?” diyorum.
“Neden yirmi?” diyor. “Neden on değil?”
“İnsan psikolojisine karşı tutkulusun,” diyorum.
Beni duymuyor; çok yüksek sesli bir gürültü çıkarıyor. Ne olup bittiğini bilmiyorum. İnsan psikolojisine karşı tutkuluyum. İnsan psikolojisine karşı tutkulu olan benim, o değil. Ben iyi bir insanım. Tom Hanks’ten nefret ediyorum. Tom Hanks’den nefret ediyorum gibi bir şey. Candace’in çalıştığı sinemada çalışıyorum.


Gece yatağımdayım. “Kafka,” diye düşünüyorum. Yüksek sesle gülüyorum. Işık açık; kapanmasını istiyorum; hareket etmek istemiyorum. “Karıncanın kalbi sert ve yumuşak,” diye düşünüyorum. “Sert ve soğuk.”
“Bir karıncanın kalbinin bana nakledilmesini istiyorum,” diye düşünüyorum.
“Soya fasulyesi,” diye düşünüyorum. “Tofu. Su yosunu. Beyaz pirinç.”


Dört saat televizyon izliyorum. Müzik dinleyerek arabada dolanıyorum.
Bir alışveriş merkezine gidiyorum.
Tüm gece açık olan bu süpermarketin koridorlarında yürüyorum. Mısır gevreği kutularına dokunuyorum. Bir biftek paketini yanağıma dayıyorum; soğukluğunu hissediyorum. Onu yalıyorum. Deniz ürünleri kısmına gidiyorum. Bir balığı kaldırıyorum. Gerçek bir balık; iki fit uzunluğunda. Yüksek sesle gülmek üzereyim. Kendimi tutuyorum. Arabama gidiyorum. Bunalımdayım. Dosdoğru evime gidiyorum. E-mail’ime bakıyorum. Chrissy e-mail atmış. Yüksek sesle gülüyorum. “Bekle,” diye düşünüyorum.


İş yerinde, gişede bilet satıyorum.
“Bugün çok heveslisin,” diyor müdürüm.
“İyiyim,” diyorum.
Bana bakıyor. “Bir müşteri yüzüne baktığında gülümsemeyi unutma,” diyor.
“Biliyorum,” diyorum.
Evde, mutfağa doğru emekliyorum. Dört kâse Frosted Flakes yiyorum. Portakal suyu içiyorum. Bir kutu çeri domates yiyorum. Kusmak üzereyim. “Boktan çeneni kapa,” diye bağırıyor dışarıda biri. “İnsanlar uyumaya çalışıyor.” Hareket etmeyi kesiyorum. Buzdolabının yanında, yerde oturuyorum. Yatağıma uzanmak üzereyim.


Tereyağı makinelerine bakıyorum; müdürüm bana bilet gişesini işaret ediyor.
“Ağlamak üzere gibisin,” diyor.
“İğrenmiş gibisin.”
Bir kadın gözlerini yüzüme dikiyor.
“Pokemon’a üç kişi,” diyor.
“Satışı yap,” diye bağırıyorum kazara.
Müdürüm, bilet gişesine giriyor.
“Bir mola ver,” diyor.
Mola veriyorum.
Arabama doğru gidiyorum. Yandaki dikiz aynamı söküyorum. Aynayı götürüp başka bir arabanın bagajının üstüne koyuyorum. Sırıtıyorum. Molam bitti. Sinemaya dönüyorum; molamın henüz bitmediğini fark ediyorum. Yirmi dakikalık molamın %10’unu kullanmışım, bu da demektir ki, yaklaşık iki dakikadır moladaymışım, ki bu doğru değil, bu da başa dönüp her şeyi yeniden düşünmeliyim demektir çünkü her şey bir şeyleri etkiler, ki bu da bir şey demektir. 

1 yorum:

  1. bu öyküyü (ve de diğerlerini tabii) paylaştığınız için teşekkürler.

    YanıtlaSil