"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

29 Haziran 2011 Çarşamba

Candace

Tao Lin
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2010, sayı 3, çev. Ilgın yıldız.

Ben arabayı sürüyorum; Chrissy yolcu koltuğunda oturuyor; eskiden sevgiliydik.
“Tokyo’da nereye gideyim?” diyor, “Heyecanlıyım.”
“Candace,” diye düşünüyorum. Hatalı ve geri döndürülemez bir sol yapıyorum; şimdi restorana gidiş on dakika uzadı.
“Tokyo’ya gittiğinde ne yaptın?”
“Ne?” diyorum. Bu insanla konuşmak istemiyorum, buna rağmen onunla akşam yemeği yemeyi kabul ettim. Bir tuhaf hissediyorum.
“Tokyo’da ne yaptın?” diyor. “Nereye gittin?”
“Bilmiyorum,” diyorum. “Bir tuhaf hissediyorum.”
“Tokyo’da yemek yedin mi?” diyor Chrissy.
“En sevdiğin yirmi yemek nedir?” diyorum.
“Neden yirmi?” diyor. “Neden on değil?”
“İnsan psikolojisine karşı tutkulusun,” diyorum.
Beni duymuyor; çok yüksek sesli bir gürültü çıkarıyor. Ne olup bittiğini bilmiyorum. İnsan psikolojisine karşı tutkuluyum. İnsan psikolojisine karşı tutkulu olan benim, o değil. Ben iyi bir insanım. Tom Hanks’ten nefret ediyorum. Tom Hanks’den nefret ediyorum gibi bir şey. Candace’in çalıştığı sinemada çalışıyorum.

26 Haziran 2011 Pazar

Aslı Tohumcu ile Söyleşi



Artık tiksinmeden yazamam
Sema Aslan
Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2010, sayı 2. 

Aslı Tohumcu’nun sınırda gezinen kadınların hikâyelerini anlattığı kitabı Şeytan Geçti, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. İlk kitabı Abis’le zaten tüylerimizi diken diken eden Tohumcu, Şeytan Geçti’de dehşet duygusundan ziyade, ‘karmaşa’yı odağına alıyor gibi. Hikâyeler can acıtıcı ve hatta yer yer tiksinç- elbette öykü kişilerinin içine kısıldıkları kapan, tiksinç. Fakat buna rağmen, herkesin hikâyesini kendince yaşadığı ve bu noktadan bakıldığında her hikâyenin bir savunması olabileceği bilgisine –ve belki de ‘trajedisi’ne– yaslanan hikâyeler, katil ve kurban ayrımını yapmayı güçleştiriyor; katil ve kurban bazen yer değiştiriyor ya da aynı anda aynı kişinin özünde birleşiyor. Ölmek, öldürmek ve ölüme direnmek, yazarın temel meselesi. En ‘masalsı’ ve kişisel diyebileceğimiz kitabı Yok Bana Sensiz Hayat da sonuçta ölüme isyan ve direnişi anlatıyor, acıtıcı gerçekle bir tür düelloya tutuşuyordu. Abis, adından menkul, güneş görmeyen, umuda uzak bir kitap. Şeytan Geçti, Aslı Tohumcu’nun karanlık sulara demir attığını tescilliyor ama o sularda şiddetli dalgalar yaratacağını da sezdiriyor.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Çakmak


Umut Y. Karaoğlu
Sıcak Nal, Ocak-Şubat 2011, sayı 6.

    Yine kimse görmüyor. Sağından, solundan, üzerinden geçip giden insanların hiçbiri varlığının farkında değil. Hatta sahibi bile. Annesi tarafından reddedilmiş bir panda yavrusu gibi, ne olduğundan, nerede bulunduğundan habersiz öylece yatıyor yolun ortasında.

     Sabahtan beri beşinci oldu. Öbürlerinden daha dirençli görünüyor ama pek şansı yok bunun da. Az sonra üzerinden geçecek onlarca tekerleğin altında azar azar, arkasında hiçbir iz bırakmadan yok olup gidecek. Yazık. İyilikten, güzellikten başka bir şey getirmeyecekti sahibine oysa.

    44 saniye önce doğdu, gördüm. Sahibinin önünde bekleyen adamın seyrek saçlarının rüzgarla sallanmasından, iki saç telinin birbirlerine değip değip ayrılmasından doğdu. Arkadaki kafeden süzülüp gelen ağırkanlı bir melodiyle; yolun karşısındaki çiçekçiden dağılan baygın bir kokuyla ve az önce yediği şekerin damağında bıraktığı tatla olgunlaştı sonra da. Boynundaki tatlı bir kaşıntıdan derisinin altına geçip tüm vücuduna yayılmak üzereydi ki 3, 2, 1. Yürü kayıp düşüverdi yere.

19 Haziran 2011 Pazar

Kremle ve Tersten


İbrahim Halaçoğlu
Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2010, sayı 2.


1. Koğuş nöbetçisi herkesin dışarı çıkması için ağzının içinde beklettiği salyaları dişlerinden dudaklarına doğru uzata uzata bağırıyor. ‘Koğuşu boşaltın lan pezevenkler.’

2. Akif 37 nolu yatağının üstünde sırtını kamburlaştırarak yorgan katlıyor. Yorganın içi: tandırda yeni pişmiş köy ekmeği. Üstü kabarık ve gergin.

3. Komutanlardan biri gelsin, yorganın yanında birazcık bağırsın, korkudan sönebilir yorgan ve Akif’in çarşısının kilitlendiğini söyleyen kağıdın ‘neden’ hanesinde disiplinsizlik yazabilir. Çarşısı kilitlenen Akif tıraş olurken burnunun altındaki beni hırpalayabilir. Siyah benden koyu kırmızı kan akabilir.

4.Akif kamburunu biraz daha çıkartıyor, yorganını nizami katlıyor.


Bir ses:

- Ulan çaktığım, yorganın anasını dilledin.

 Akif sabahları konuşmuyor. Er ve erbaş arkadaşları ona küfür buketleri savurabiliyorlar. Akif yine de konuşmuyor. Gözleri irinli bir sabahı öper gibi uyanıyor. Beni terden parlıyor, ağzının kuruluğu damağıyla dilini kaşıyor ama Akif yine de konuşmuyor.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Sıcak Nal Kitapları: Yaygaracı Ruhlar - Hayatın Peşinde

YAYGARACI RUHLAR 

ILGIN YILDIZ, 22 Ağustos 1980 tarihinde Ankara'da doğdu. Halkla İlişkiler ve İngiliz Edebiyatı öğrenimi gördü. İlk öyküsü 2003 yılında “Varlık” dergisinde yayımlandı. Öykü, çeviri, röportaj ve makaleleri çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan yazarın ilk kitabı, “Yaygaracı Ruhlar”

Yaygaracı Ruhlar, Ilgın Yıldız’ın ilk öykü kitabı ve aynı zamanda, Komşu Yayınları’nın öykü ve romanlar yayımlayacağı “Sıcak Nal” dizisinin ilk kitabı. Komşu Yayınları, şiir kitaplarını da “Yasakmeyve” dizisinden yayımlıyor. 

Ilgın Yıldız, Yaygaracı Ruhlar'da, büyülü gerçekçi bir dil kullanıyor. Hiçbir kalıba sığdırılamayacak insan varoluşunun yaygaracı doğasında gezinen öyküler, insana ve hayata dair gizleri çözmek yerine, çoğaltıyor.

16 Haziran 2011 Perşembe

Noah Cicero Söyleşisi

  
   Tao Lin, çev. Ilgın Yıldız


   Tao Lin: Barack Obama Treatise isimli kitabın hakkında ne söylerdi?

  Noah Cicero: Barack Obama, yüzünde o tuhaf (sanki az evvel osurmuş gibi) sırıtışıyla kürsüye çıkardı ve herkese şöyle derdi, “Dün gece Noah Cicero diye birinin bir kitabını okudum. O tam bir Amerikalı. İyi bir Amerikalı. Bir Amerikalı. (Alkış) Amerikalılar hakkında bazı tatsız şeyler söylüyor. Umudunu kaybedenleri özetleyen bir tip. Fakat yaklaşık beş kişiye sağlık hizmeti sağlayacak sağlık programımla böyle düşünceler ortadan kalkacak. (Alkış) (Barack Obama gülümser) Amerika bir zamanlar sahip olduğu süpergüç statüsünü yeniden kazanacak; İsa sizi seviyor. (Alkış) (Barack Obama bir yudum su içer.) Noah Cicero’nun problemi, inanılabilecek değişime inanmaması çünkü bunun bir totoloji olduğunu ve hiçbir anlama gelmediğini biliyor. Bakın, ben Harvard’da okudum ve totolojinin ne demek olduğunu biliyorum. Ve hiçbir anlama gelmediğini. Fakat siz bilmiyorsunuz. Sizi kandırıyorum. Siz aptalsınız. (Alkış) Pek çok kez her şeyi bir kenara bırakıp mavi yakalı olmayı, ellerimle bir iş görmeyi, normal bir insan olmayı düşünmüşümdür. (Barack Obama seyirciler arasındaki sendika delegelerine doğru bakıp gülümser) Fakat daha yükseğe çıkmaya karar verdim, başkan olmak ve bu küçük ümitsiz insanlara yardım edebilmek için ve tıpkı Hillary ile McCain gibi, hayatımda bir gün bile gerçekten çalışmadığım için. Hımm… Bilmiyorum. Amerika’yı seviyorum ve Noah Cicero iğrenç, onu vurmalılar; ifade özgürlüğünün buna neden izin verdiğini anlamıyorum (Alkış.)

14 Haziran 2011 Salı

Kuşları Yemek


Margeret Atwood
Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2010, sayı 2.

 Kuşları yedik. Onları yedik. Gırtlağımızdan yukarı yükselip ağzımızdan patlayarak çıkmasını istedik ötüşlerinin, bunun için, onları yedik. Kuştüyleri filizlensin istedik etimizden. Onların kanatlarını istedik, onlar gibi uçmak, bulutların ve ağaçların üzerinden süzülmek istedik, bu yüzden  onları yedik. Mızraklar sapladık, sopalarla dövdük, ayaklarını yere yapıştırdık, tel kafeslere koyduk, kor kömürlere attık ve bunların hepsini sevgi için yaptık, çünkü biz onları sevdik. Biz onlarla bir olmak istedik. Biz tıpkı onlar gibi temiz, pürüzsüz ve güzel yumurtalar vermek istedik, eskiye dönüp genç ve kıvrak olduğumuz ve bütün sebep sonuç ilişkilerinde masum olduğumuz zamanlarda, onları yemek borumuza tıkadık, kuştüylerini ve her şeylerini, ama işe yaramıyordu, şarkı söyleyemiyorduk, onlar gibi içimizden gelerek, uçamıyorduk, duman ve demir olmadan, yumurtlayamıyorduk, bunun için küçük bir şansımız bile yoktu. Biz yerçekimine saplanmışız, biz toprağa bağlıyız. Bizim bileklerimiz kan içinde, biz kuşları yedik, biz kuşları çok uzun zaman önce yedik, biz kuşları hala hayır deme gücümüz varken yedik.

Margeret Atwood, 2007, The Tent, Bloomsburry Publishing, London.        
Türkçesi: Melida Tüzünoğlu

11 Haziran 2011 Cumartesi

Edebiyat Dünyasının Paradigması Nereye Düşer Ey Özne?



Melike Koçak
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2011, sayı 7, Takip. 

  Notos dergisi, Şubat-Mart 2011 sayısında “Çağdaş Türk Edebiyatında En İyi 40 Şey” başlıklı soruşturmasının sonuçlarını yayımladı. 181 kişinin 5’er seçimle katıldığı bu soruşturmanın sonucundaki  “...40 şey” sırasıyla şöyle:

  Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verilmesi - Nâzım Hikmet - İkinci Yeni - Sait Faik ve Alemdağ'da Var Bir Yılan - Oğuz Atay ve Tutunamayanlar - Varlık dergisi - Hasan Âli Yücel ve MEB Tercüme Bürosu - Yaşar Kemal - Ahmet Hamdi Tanpınar - 1950 Kuşağı Öykücüleri - Garip Akımı - Can Yayınları - Orhan Pamuk - Yapı Kredi Yayınları - Bilge Karasu - Yeni Dergi ve De Yayınları - Türk Edebiyatını Dışa Açma (TEDA) Projesi- Yusuf Atılgan ve Anayurt Oteli - Edebiyat Dergilerinin Çeşitlilik Kazanması - Enis Batur - İletişim Yayınları- Kitap Ekleri ve Radikal Kitap - Varlık Yayınları - İhsan Oktay Anar - Hasan Ali Toptaş - Metis Yayınları - Memet Fuat - Adam Öykü - Sanal Ortamda Edebiyat - İnce Memed - Kitap Fuarları ve TÜYAP - Orhan Veli Kanık - Edip Cansever - Fazıl Hüsnü Dağlarca - Türkiye’nin Frankfurt Kitap Fuarı’nda Onur Konuğu Olması – Memleketimden İnsan Manzaraları - Murathan Mungan - Nurullah Ataç - Orhan Kemal - Roman Patlaması

  Soruşturma, gazetelerde haber olarak yer aldı. Sanırım esaslı denebilecek ilk değerlendirme, Radikal gazetesinin 6 Şubat 2011 tarihli Hayat ekinde yapılmış; burada, soruşturmaya katılan/katılmayan eleştirmen, yazar ve şairlerin görüşlerine yer verilmişti. Başlık: “Kadın Yazarlarını Yok Sayan Bir Edebiyat”tı.  Ardından ”Notos Öykü'nün 181 kişiye sorarak hazırladığı 'Çağdaş Türk Edebiyatında En İyi 40 Şey' listesinde ödüller, dergiler, pek çok yazar, şair var ama hiç kadın yok. Neden yok? Sorumuza yanıt verenler, edebiyat dünyasındaki erkek egemenliğine işaret ediyor.” denmişti. Görüşler, başlıktan da anlaşılacağı üzere, 40 şey’in içerisinde kadınların olmaması üzerine yoğunlaşmıştı.

9 Haziran 2011 Perşembe

Selçuk Orhan İle Söyleşi


Bir İlk Roman: 40 Hadis

Özge Ercan
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2010, sayı 3.

 Ö. E. : 2004’te, o sırada içinde bulunduğunuz topluluğa “inançsız” biri olduğunuzu açıkladığınızı söylüyorsunuz. Nasıl tepkiler aldınız? 40 Hadis, bu açıklamanın bir sonucu mu?


 S. O. : Aslında sadece kendi çevremde değer verdiğim az sayıda kişiye böyle bir açıklama yapma gereği duymuştum. Aksi takdirde bu insanlarla ilişkimi ikiyüzlülük içinde kurmam gerekirdi. İlk tepki olarak, sanırım bir çeşit depresyon içinde olduğumu düşündüler. Kesinlikle yargılamadılar… Dergilerde birlikte yazmaya, dosyalar oluşturmaya devam ettik. Sadece böyle bir şeyi dile getirmekte acele etmememi tavsiye edenler oldu. Hepsiyle dostluğum sürüyor. İnanç konularını hiç kimseyle tartışmadım. Türkiye’de inanç kavramı aslında İslam çerçevesini aşan çok katmanlı bir ilişkiler ağı içinde anlaşılabilir. Kişisel ve içsel deneyimin kendi başına bir şey ifade etmeyeceğini herkes biliyor… Ama 40 Hadis bu açıklamanın sonucu değil; 2004’ten önce tasarlamaya başladığım bir roman. Hatta romandaki karakterlerin bazılarının temeli 2003’te yayımlanan Taş Kayık’ta yer alan öykülerde atılmıştır. Sanat, insanın inanca dayalı ya da ideolojik özdenetimini sorgulamasını gerektiriyor; 40 Hadis belki kişisel sorgulamalarımın yoğunlaştığı bir döneme denk gelmesi açısından daha dolu bir kitap olmuş olabilir.

  

7 Haziran 2011 Salı

Genç Kız, Kapıda

Cem Akaş
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2010, sayı 1.

   Karanlık bir odada, belki de bir mahzende uyandı Anna. Nerede olduğunu, buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Biz de kim olduğunu bilmiyorduk, hiçbir zaman da öğrenemedik. Mesele de bu değildi zaten. Mesele şuydu: Geldiği yere dönebilecek miydi?

   Sessiz ama trajik bir güzelliği olduğunu, bu karanlık yerden nihayet çıktığında fark ettik. Genç kız odadan (ya da mahzenden) çıktığında kendini, Doğu saraylarına benzer bir yerde buldu – yüksek tavanlı, kırmızı halılı dev bir balo salonu, oymalı işlemeli mobilyalar, altın avizeler, her yerde bir saltanat şatafatı. Salonu dolduran insanlar da çoğunlukla yaşlı, en azından orta yaşını geçmiş, aristokrat görünümlü kişilerdi.

   Yavaş adımlarla ana kapı olduğunu sandığımız yere doğru yürüdü, ama üniformalı bir muhafız tarafından durduruldu. Genç kız itiraz etmedi, kapıdan çıkma konusunda diretmedi. Geri dönüp kalabalığa karıştı. İnsanlar da ona kendilerinden biri gibi davrandı.

   Genç kızı epeyce bir süredir bekliyorlardı aslında.

5 Haziran 2011 Pazar

Behzat Ç. Vagonu ile Anakaraya Bir İki

Süreyyya Evren
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2011, sayı 7, Takip.

   Gül Yaşartürk'ün bu sayımızda yer alan Bir Antikahraman Olarak Behzat Ç.’nin Portresi yazısının açtığı kanalı vesile ederek ben de bir iki Behzat Ç. notu düşsem diyorum. Behzat Ç.'yi bir dizi olarak ya da bir polisiye olarak değerlendirebilecek durumda değilim. Bir dizi olarak Türk dizileri furyasının sıradışı bir örneği olduğunu duyuyorum, sektörün genel teamüllerini takmadığını, ayrıksı bir yapım olduğunu, dirençlere rağmen varolduğunu işittim. Ayrıca polisiye dizilerimiz içinde de en gerçekçisi olduğu ve yeni bir polisiye dizi çerçevesi çizdiği söyleniyor Türkiye için. Ben dizinin bu ve benzeri hasletlerinden çok Behzat Ç. dizisiyle bize nasıl bir değerler kümesi sunuluyor, hangi yargıların işlediğini hangilerinin işlemediğini görüyoruza şöyle bir bakalım diyorum.

3 Haziran 2011 Cuma

"Yeni" Ama Hangisi?


 Barış Acar
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2011, sayı 7.
 I.
  Sanat tarihi disiplinine azıcık aşina olan biri çok iyi bilir; “yeni” tarihsel bir kategoridir. Tek başına “yeni” bulamazsınız. Yeni, kıyas yoluyla anlaşılabilecek bir olgudur. Sanat yapıtı anlamında bir şeyin “yeni” olması demek, “eskiye göre bir farkı olmak” anlamına gelir. Bir sanatçının bulduğu “yeni”, ya kendi önceki çalışmalarına göre farklı bir aşamayı temsil eder ya da kendine dek gelen sanat tarihi birikiminden bir kopmayı, farklılaşmayı tanımlar.

  Üslup dönemleri olarak baktığımızda da benzer bir yansıma görürüz. İzlenimcilik’in “yeni”si, Neo-klasik’ten beri sürüp gelen ve gerçekliğin belirli bir tür alımlanışını temel kabul eden yaklaşıma karşı yenidir. Dada, kübist aklın ayrıştıcılığına “yeni” bir fikirle müdahele eder. Donald Judd’ın işleri Soyut Dışavurumcu’nun izine karşı bir iz silme girişimi olarak “yeni”yi yeniden inşa eder. “Başka” değildir yeni, “başkalaşmış”tır önü sonu.

2 Haziran 2011 Perşembe

ENİS AKIN TED HUGHES’UN YENİ BULUNAN ŞİİRİNE BAKIYOR

Bayan Lazarus’un küllerini eşelemek:

Ted Hughes yeni bulunan şiirinde Sylvia Plath’ın intihar gecesini anlatıyor


Enis Akın
Sıcak Nal, Kasım-Aralık 2010, sayı 5.

  Süreyyya Evren dikkatimi çekip Ted Hughes’un Sylvia Plath’la yaşadığı son anılarıyla ilgili yazdığı Son Mektup adlı şiiri okuyunca ilk düşüncem, açıkça basılmaya hazır olmayan bir şiirin magaziner bir merakla yağmalanması, oldu. “British Library”de bulunan şiirin üzeri koca çarpılarla karalanmış olması, şairi tarafından yayına uygun bulmamış olduğunu gösteriyor. Şiirin kendisi de aynı biçimde, öfke ve kendini suçlamalarla dolu, ham, işlenmemiş öfke ve itiraflarla dolu bir şiir. Ted Hughes bundan çok daha iyilerini kendinden okumaya alıştığımız, güçlü bir şair. Bu şiir bir şiirden çok Plath’ın intiharı hakkında sadece kendi bildiklerini/olanları kamuoyuna açıklaması. Bir kapanış da değil yine tartışma açacak, yine Hughes’a yönelik nefreti körükleyecek bir metin.

8. Sayının Sunu Yazısı:

 DENEYSEL Edebiyat Raflarını Yakalım!


 Deneysel edebiyat nedir? "Deneysel edebiyat" kategorisi gerçek edebiyatı sevmeyenleri, kitap okusun ama başı ağrımasın isteyenleri korumak için bulunmuş bir kitapçı numarası olabilir mi? "Ablacım o size gelmez, o deneysel rafında" gibi...

  Deneysel edebiyatı, asıl edebiyatın dışında duran birtakım marjinal zıpçıktılıklar, muzip fırlamalıklar veya sırf bir şey denemiş olmak için yapılan tuhaflıklar olarak göstermeye çalışan muhafazakâr bakış, edebiyat tarihinin kilometre taşlarının kuyrukta iyi bekleyenlerin marifeti olduğu yanılsamasını yayıyorlar maalesef. Halbuki edebiyat evreni dışardan bakanların 'deney' dediği hamlelerle genişliyor, genişledi bugüne dek.

  Sıcak Nal, Türkiye edebiyatının iyi memurlardan oluşan kolay hazmedilir, kurallara uyulduğu sürece yeniden üretilebilir ve sayılabilir bir hatta sıkıştırılmasına karşı, edebiyatın edebiyat olmasını savunmak istiyor. Bunun için de 'yeni' denilene, 'deneysel' denilene bir kucaklama, o mekâna bir sızma gerekiyor.

7. Sayının Sunu Yazısı:


ARAP BAHARI’NIN RENGÂRENK GÜZELLİĞİ


  Arap Baharı, önce Tunus'ta sonra Mısır'da ve Libya'da dengeleri alt üst eden yeni bir aşağıdan devrim dalgası başlattı. Bahreyn'den Suudi Arabistan'a tüm Arap coğrafyasını kateden bir ruh değişimi de eşlik etmekte. Profesyonel devrimcilerin ve piramidal devrimci partilerin değil yatay örgütlenmelerin, kendiliğinden hareketlerin, aşağıdan devrimcilerin yön verdiği yeni bir kalkışmalar serisi ile karşılaştık. Devrimlerin başarısı, getirdikleri iktidar değişikliklerinden çok yarattıkları yeni öznelliklerle ölçülecek olursa, Arap Baharı başka bir Arap karakteri doğurmaya koyuldu diyebiliriz. 'Özgürlük bakışı'na sahip bir Arap karakteri... Her şeyden önce sağ salim geri gelebilmesine sevindiğimiz yazarımız Gökhan Birdal'ın Bingazi günlüğünde dönüşümü içeriden hissetmemize izin veren güçlü bir metin kaleme almış. Ardından gelen Mohammed Bamyeh analizi, gene içeriden ama bu kez Mısır'dan yazılmış, işin esasını yakalan bir değerlendirme. Nil Pınar Arın da devrimin içinden değil ama sanal devrimin içinden bildirerek katıldı Arap Baharı dosyamıza. Evet, şu Twitter devrimi dedikleri nasıl bir işleyiş ola diyenler için....