"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

26 Eylül 2011 Pazartesi

10. Sayının Sunu Yazısı:

AVANGARDIN YENİ YERİNE DOĞRU

  Sıcak Nal edebiyatta yeni olanı, deneyselliği, ezbere gerçekçiliğe dayanan merkezin dışını tararken bu kez de avangardın peşine düşüyor. Tarihsel avangard olarak da bilinen erken dönem avangardlarından 1960'ların neo-avangardlarına ve bugün avangardın hallerine uzanan bir yolculuk bu.  Edebiyatın vasatistan tarafından dayatılan sınırların her zaman ötesinde geliştiğine dair bilgiyi izleyerek bu sınırsızlığı geri tesis etmenin yollarını arıyoruz. Edebiyattan çok uzaklaşmadan farklı disiplinlere de uzandık bu amaçla. Müzikte witch-house'a performansta Voyna'ya baktık, tarihsel avangardın politik avangard ile ilişkisini sanat ve anarşizm ve bir Ed Ruscha incelemesi üzerinden izledik, dünya avangard edebiyatına ülkemizde sayfalarında en çok ve sistemli biçimde yer veren kültür dergisi Underground Poetix'in kapısını çaldık ve yaklaşımlarını tartışma imkânı bulduk, ve de en önemlisi bir neo-avangard edebiyat pratiği olarak ünlü yazar Kathy Acker'a odaklandık. Acker ülkemizde hem kısmen tanınıyor, hem de üzeri örtülü vaziyette. Yıllar önce çevrilen kitapları bugün bulunamaz durumda. Pek çok eseri çevrilmiş değil. Dahası nasıl bir sanat görüşünü ortaya döktüğünü, nasıl bir edebiyat anlayışını temsil ettiğini tartışabilmiş değiliz. Deneysel edebiyat dosyamızda da altını çizdiğimiz gibi deneyselliği bir marjinallik olarak değil, edebiyatın bizzat kendisinin ana gelişim yeri olarak okuyoruz. Kathy Acker'ı da bu çerçevede ilginç bir figür olarak değil 20. yüzyıl edebiyatının belirleyici bir figürü olarak ele aldık. Bu noktada farklı bir de yaklaşım sergileyerek, Acker'ın serüvenini heyecan verici bir beğeniyle betimleyen  Peter Wollen'ın denemesinin yanı sıra Ackervari edebiyata soğuk bakan konvansiyonel bir eleştiriye de sayfalarımızda yer verdik. Yeniliği coşkuyla kucaklayan ile 'ne bu şimdi' diyen bir arada karşınızda kısacası. 

16 Eylül 2011 Cuma

Deli Heybesi çıktı!

Umut Y. Karaoğlu, 1982’de Çerkezköy’de doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. 2004'ten bu yana, öyküleri ve yazıları çeşitli dergilerde yayımlanıyor. "Deli Heybesi" ilk öykü kitabı. 

Deli Heybesi içinde on yedi öykü, on yedi nesne taşıyor. Umut Y. Karaoğlu bu ilk öykü kitabında bakışın, bakılanın, aynadaki görüntünün ve boşluğun izini sürüyor.

Birbirinin içine geçen, birbirine dönüşen, incelikle işlenmiş bu öykülerin arkasında, karanlıkta yazan, ilham öcüsünden kaçarken önce söze, sonra yaşama tutunan bir yazar var; köpeklerin, kedilerin, nesnelerin, köyün delisinin, o adamın ve o kadının gözünden anlatısını sil baştan kuruyor, korkusuyla, kendisiyle yüzleşiyor.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Mısır Devrimi: Yerinden İlk İzlenimler


Mohammed A. Bamyeh
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2011, sayı 7, çev. Süreyyya Evren


  İhtimallerin bu denli düşük görüldüğü bir devrimin böylesine hızla ve beklenmedik bir şekilde devinim kazanabildiği daha önce hiç görülmemişti. 25 Ocak'ta başlayan Mısır Devrimi liderlikten yoksundu ve çok az örgüte sahipti: ve devrim belirleyici olayları, 28 Ocak Cuma günü, internet ve telefon dahil tüm iletişim teknolojilerinin engellendiği bir günde yaşandı; siyasi hayatındaki sükunetle, otoriter sürekliliğin çok uzun bir mirasıyla ve 2 milyondan fazla insanı barındıran devasa baskı aygıtıyla bilinen büyük bir ülkede gerçekleşti. Ama o gün, 30 yıldır kök salmakta olan ve ölümsüz gibi gözüken Hüsnü Mübarek rejimi, protestocuların büyük çoğunluğunun hayatta gördükleri tek rejim olan bu rejim, bir günde buharlaşıverdi.
  Rejim iki hafta daha hayatta kalma mücadelesi verdiyse de pratikte bu dönemde pek bir hükümetten sözedilemiyordu. Tüm bakanlıklar ve hükümet binaları kapanmıştı, ve 28 Ocak'ta neredeyse tüm polis merkezleri yakılmıştı. Ordu hariç bütün güvenlik görevlileri ortadan kaybolmuşlardı, ve ayaklanmadan bir hafta sonra, sadece birkaç polis memuru tekrar ortaya çıktı. Mahallelerde güvenliği halk komiteleri devraldı. Her yerde birbirini tanımayan insanların bilerek ve bir amaç çerçevesinde birlikte hareket edebildiğini görmekten doğan bir patriyotizmin kolektif gurur olarak ifade edildiğine tanık oldum.  Takip eden on gün içinde, Mısır'ın neredeyse her noktasında milyonlar toplandı, ve yüce etik değerlerin -topluluk ve dayanışma, diğerleri için özen, herkesin onuruna saygı, herkes için kişisel sorumluluk hissetme- tam da hükümetin ortadan kalkmasından doğduğunu fiilen görmek mümkündü.

1 Eylül 2011 Perşembe

Modern Abi'den İran'a Notosça Dersler

Makbule Aras
Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2011, sayı 8, Takip.


  Halklar ve edebiyatları üzerine herkes istediğini söyleme özgürlüğüne sahiptir elbet ama söylediklerimizin reel düzlemde bir dayanağının olması ve her şeyden önce de ne söylediğimizin anlaşılır olması gerekir. Şair Hayri K. Yetik’in Notos dergisinin son sayısında (sayı 27) “Uyuşturucuya Dönüşen Farsça Anlatılar” başlığı altında talihsiz bir yazısı yayımlandı. Yazının, derginin “editörlüğü” sorguladığı sayıda yayımlanmış olması ise başlı başına bir skandala dönüşmüş; zira benim saptayabildiğim kadarıyla dört sayfayı bulmayan sözkonusu yazıda toplam 16 evet, tam 16 anlatım bozukluğu var. Yazıdaki dilin amatörlüğüne bir de bu anlatım bozuklukları eklendiğinde ne söylendiğinin anlaşılması için dönüp tekrar tekrar okumayı dayatan tam da “editörlük zor sanat” sayısına kapak olacak cinsten bir sonuç çıkmış ortaya!

 Hemen başlıktan başlayarak kendini gösteren indirgemeci/küçümseyen/yargılayan bakışı, yazının tamamında görmek mümkün. Hayri Bey belli ki İran edebiyatı üzerine bazı araştırma(ma)lar yapmış hatta öyle ki kronolojik düzlemde bir edebiyat tarihçiliğine bile soyunur gibi olmuş. Bu edebiyat tarihçiliğinin nesnelliğinden, bilimselliğinden söz etmek elbette mümkün değil. Beni bu yazıyı yazmaya götüren ise içerikten önce yazıdaki üslup oldu. Bir ulusun edebiyatı üzerine ahkam keserken her şeyden önce bunu yapacak donanıma sahip olmak gerekir ki söz konusu yazı, bize bunun ipuçlarını vermiyor; aksi takdirde Türk edebiyatını Nâzım’dan, İran edebiyatını Sadık Hidayet’ten ibaret görerek iki edebiyatı birbiriyle kıyaslamaya girişen “bakın bizim edebiyatımız daha gelişmiş” diyen bir üslupla karşılaşmazdık.