"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

26 Ekim 2011 Çarşamba

Behçet Çelik ile Söyleşi





Diken Ucu Kime Batmaz?



Ebru Berber
Sıcak Nal, Kasım-Aralık 2010, sayı 5.


Ebru Berber: Kitabınıza adını veren içerisindeki öykülerden biri olan “Diken Ucu” adlı öykü mü, yoksa kitapta yer alan tüm öykülerin kahramanlarının hayatları Diken Ucu’nda mı gizli?

Behçet Çelik: Her ikisi de denebilir. Kitaba isim ararken kitaptaki öykülerin büyük bölümünü kuşatacak bir başlık olarak “Diken Ucu” uygun göründü. Bu öyküyü yazarken “diken ucu”nun öykünün adı olabileceğini düşünmüştüm, sonradan kitabın da adı oldu. Bu öykünün anlatıcısının eskilerde kalmış bir arkadaşı, teninde saplı kalmış bir diken ucu gibi, zaman zaman sızlıyor. Öbür öykülerde de böyle bir sızı var. Bu, kimi zaman eski bir ilişkinin karşı tarafı, ama kimi zaman da öykü kişisinin kendi geçmişi, yaptıkları, yapamadıkları, hatta bugünü. Diken ucu, bir hatırlatıcı aynı zamanda. Aman, çok değiştik, çok yol kat ettik, neler gördük geçirdik, dediğimiz anda batıveriyor. Bazı yanlarımızın iyileşmeden kaldığını, geçmişimizle hesabımızı kapatmadığımızı, biraz da bu yüzden bugünümüzün de bir şeye benzemediğini hatırlatıyor. Sıradanmış gibi görünen anların öyküsünü yazmayı seviyorum, ama bu anların anlatıldığı yerde öykü kişilerinin “büyük hikâyeler”inden de bir şeyler anlaşılsın istiyorum. O andaki tepkilerin, duruşların, sözlerin çok daha geniş zamanları bize duyurmasını; öykü kişilerinin geçmişlerinden, tutkularından, özlemlerinden, çıkışsızlıklarından, boşvermişliklerinden... bir şeylerin o âna belli belirsiz aktarıldığının hissedilmesini istiyorum. “Diken Ucu”, bu anlamda öyküleri kurarkenki yaklaşımımı da bir parça duyuran, kitapta nasıl öyküler olacağı konusunda belli belirsiz bir şeylere de işaret eden bir başlık gibi görünüyor bana.

19 Ekim 2011 Çarşamba

Mehmet Zaman Saçlıoğlu'yla Söyleşi



Keçinin Baktığı Yerde Dünya Bir Bütün


Can Özoğuz (Öykücü)
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2010, sayı 3. 

“İki ve Keçi”nin yolcularını taşıyan mavi yolculuk teknesi, çok eski zamanların akıntısına terk edilmişçesine, devasa havuçlara benzeyen kayalıklardan oluşmuş bir adaya yanaşır. Adanın görüntüsü yolcuları etkiler. Öykücü, kaptana adanın ismini sorduğunda aldığı “Dişlice Adası,” yanıtını pek beğenmez. Bu gizemli adanın ismi değişmelidir. “Öykü Adası olsun ismi,” der. Öykü Adası’nın kıyısına bağlanan teknede, geceyi, sabaha kadar adadan gelen garip uğultular duyarak geçirir yolcular. Ve gece, Öykücü’nün aklına eski zamanlara uzanan masalımsı -hâlâ yazılmamış- bir öykü düşürürken, aynı teknenin güvertesinde uyku tulumunda yanında yatan Zaman’ın (Mehmet Zaman Saçlıoğlu) kulağına ise mitolojik dönem tanrıları bir roman fısıldar. Bir devin nefes alışı gibi ses veren kayaların arasından sıkışıp geçen rüzgâr, Mehmet Zaman Saçlıoğlu’na yeni kitabının öykülerini Olympos dağının zirvesinden getirir. Gecenin lacivert yalnızlığında, öykü mürekkebi zamana damlaya başlar.

Son noktası konduğunda, “İki ve Keçi” Edip Cansever’in,“Doğanın bana verdiği bu ödülden çıldırmamak için iki insan gibi kaldım, Birbiriyle konuşan iki insan…” dizeleriyle biter.

Aradan bir yıl geçer, yeni bir mavi yolculuk öncesi, sevgili Zaman’la, Sıcak Nal’ın 3. sayısı için mürekkebi henüz kurumamış bu eseri hakkında aşağıdaki söyleşi yapılır.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Kulak

Ilgın Yıldız
Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2011, sayı 8.


Herkes görüyor sizi, onu yaparken, ne yapıyorsanız.
Kulak. Kulakla yaşadığım şey buna benzer bir duygu veriyor bana.
O gün telefonla veya bizzat kapıma gelerek bana ulaşan kişiler, bilmemeleri gereken bir şeyler biliyorlardı. Kulağı bilmeleri ihtimali bile, bu ihtimal bile beni ürkütmeye yetiyordu. Gerçekten bildiklerini bilmek ise beni uçurumun kenarına götürebilirdi. Şimdi uçurumun dibinden yukarı bakıyorum. Ama gördüklerime inanmıyorum.
Bir kulak yüzünden öldüğüm için zavallı addediyorum kendimi şimdi. Bir zavallı. Gülümsüyorum.

Telefonun ahizesini, o kulağa değil, diğerine dayayarak konuştum önce. Günlerce.
Bir gün, bir arkadaş, sesimin tuhaf geldiğini söyledi.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Pınar Selek ile Söyleşi



“Hayatın gerçeklerinden özgürleştim” 


Sema Aslan
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2011, sayı 9, Takip.


Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlamayla ilgili aldığı beraat kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bozulan ve bu karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onaylanan Pınar Selek'in yaşamaya mahkûm edildiği kâbus bitmiyor. Kâbus akan suya anlatılınca başa gelmez derler; Pınar Selek’in 13 yılını anlatacağı bir su, güçlü bir akıntı bulması lazım geliyor bu durumda. Buluyor da… Su gibi akıp giden bir roman yazıyor: “Yolgeçen Hanı” (İletişim Yayınları, 2011).


Selek, bu ilk romanında, yolları Yedikule’de kesişen insanların 12 Eylül darbesiyle sarsılan hayatlarını anlatıyor. Onları birbirleriyle buluştururken, okuru da ‘yitirilmiş olan’la buluşturuyor.