"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

3 Haziran 2011 Cuma

"Yeni" Ama Hangisi?


 Barış Acar
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2011, sayı 7.
 I.
  Sanat tarihi disiplinine azıcık aşina olan biri çok iyi bilir; “yeni” tarihsel bir kategoridir. Tek başına “yeni” bulamazsınız. Yeni, kıyas yoluyla anlaşılabilecek bir olgudur. Sanat yapıtı anlamında bir şeyin “yeni” olması demek, “eskiye göre bir farkı olmak” anlamına gelir. Bir sanatçının bulduğu “yeni”, ya kendi önceki çalışmalarına göre farklı bir aşamayı temsil eder ya da kendine dek gelen sanat tarihi birikiminden bir kopmayı, farklılaşmayı tanımlar.

  Üslup dönemleri olarak baktığımızda da benzer bir yansıma görürüz. İzlenimcilik’in “yeni”si, Neo-klasik’ten beri sürüp gelen ve gerçekliğin belirli bir tür alımlanışını temel kabul eden yaklaşıma karşı yenidir. Dada, kübist aklın ayrıştıcılığına “yeni” bir fikirle müdahele eder. Donald Judd’ın işleri Soyut Dışavurumcu’nun izine karşı bir iz silme girişimi olarak “yeni”yi yeniden inşa eder. “Başka” değildir yeni, “başkalaşmış”tır önü sonu.



II.
  Yeni, bağımsız değildir. Aksine, yeni olan bir şey, mutlak anlamda tarihsel bir bağımlılığın sonucu şeklinde ortaya çıkmayı işaret eder.  -Tarihyazımı anlamında, ilk bakışta, fazlasıyla Hegelyan bir yön taşır gibi görünen bu yargının eziciliğinden kurtulmanın yolları bulunabilir mi? Kojeve’nin “olumlama üzerinden” işleyen bir diyalektik bulma girişimi ya da Ponty’nin asla bir senteze ulaşmayan “üst-refleksiyon” kavramlaştırması çeşitli çıkış yoları önerebilir. -Uzakdoğu felsefesinde iz sürebildiğimiz “yineleme” ya da ortaçağları kaplamış olan “kopya” fikri bu yüzden “yeni”nin uzağında işler. Kullandıkları epistemolojik çerçeve farklı olduğundan onu anlamakta/ tanımlamakta zorluk çekeriz. Dilsel yalınlaştırmanın baskılamasıyla bu yapıtlar içinde de “yeni”yi bulmaya meylediriz. Oysa yaratıcısı inatla bunların yeni olmadığını söylemektedir bizlere. “Yeni”nin kurumlaşmasının tuzağından kurtarılmış özgün bir yeni belki de böylece varolabilir. Ancak, yine de, bu konu hakkında şüphe taşımak gerekir.


III.
  Yeni kavramının bir “bulunuş metafiziği” üretecek şekilde albenili olmasını sağlayan Derrida’nın işaret ettiği yanılgıdır: Aşkın bir hedef ya da durak varsayar “yeni”. Kendini ona yaklaşmak üzerinden yeni diye tanımlar. En azından çerçevenin dışında oturmuş karar veren bir merciyi gereksinir (Sanat tarihi halihazırda bu merci değil midir?). “Yeni” bir varlık kipi olarak algılandığında, -bir şeyin kendisiyle özdeş olmasının gerekliliği yüzünden- onun “eskime”sine de olanak tanınamayacağından, o diğer hiçbir şeyle bağı kurulamayacak, mutlak, aşkın bir nitelik kılığında karşımıza çıkar. Böylece, kurumlaşmış “yeni” tortullaşarak kendini yokeder. Bu hüzünlü tanrısal varoluşun uzağında bir sanat tarihi tasarlanabilir mi, sorusunu ciddiyetle ele almak gerekir. Keza, bir üst dil kurma yoluyla “sanatın ‘yeni’ tarihi” olmanın tuzaklarından sakınmak sanıldığı kadar kolay olmayabilir.


IV.
  Yeniyi bir varlık kategorisi olarak tanımlamakla onu bir olaylar zinciri gibi görmek bambaşka şeylerdir. “Yeni” bir varlık alanını tanımlayamaz. Bu, olayla olguyu birbirine karıştırmak anlamına gelecektir. “Yeni”, eğer ki, içinde varolabileceğimiz bir olgu değil, ancak oluşabileceğimiz bir süreç şeklinde görülebilirse, onda parlayan şeyler ortaya çıkar. “Yeni” süreçtir. Sanatçı ve sanat yapıtını iki varlık alanı olarak gören, buna karşın “sanat” kavramını inatla bir köprü şeklinde tanımlanamaz olarak kurgulayan Kant’ın uyarısını dikkate almak gerekir. İki varlık tabakası arasında asılı bir köprü -Kafka’nın Köprü’sü- her seferinde bir geçişlik yapıldığından ve üzerinden geçer geçmez yıkılması kaçınılmaz olduğundan “yeni”nin kapısından iki kez geçemezsiniz. Sanatçı “yeni” olamaz; yenilenebilir. Picasso’yu “yeni” kılan kübizm değildir. O “yeni”dir; çünkü diğer dönemlerinin içinden geçtiği hızla kübizmin de içinden geçmiştir. Üslupkıran olarak gerçek sanatçı, yenilerle örülü durmaksızın yıkılan bir köprü olarak tasavvur edilebilir. Varlığa getirilmiş “yeni”yi ancak sanat uzmanları ya da koleksiyonerler ister. Poe da Baudelaire de “yeni” yerine “özgün”ü yeğlemişlerdir. Özgün, yeni değildir; “başka”dır. Arnavut kaldırımları tıkırdatan bastonun tadına bakmak istemiyorsanız Baudelaire’in yanında “yeni”den söz etmemelisiniz. 


V.
  Aristoteles’e soracak olsak, “düşünülebilir olanaksız” derdi. Antik Yunan tragedyalarını okumuş olan aklı başında hiçbir adam, yeni bir şey icat ettiği fikriyle ortalıkta dolanmaz. Yeni, “olanaksız”ı olanaklılık alanına getirmez. Olanaklılıklar arasındaki olası paslaşmalardan biridir. Goethe bunu biliyordu. O yüzden yazdıkları, tragedyaların yanında yöresinde dönüp durdu. Yeni, bir sonraki varlık durağına kadar oluşabilen kararsız bir varlığagelme durumudur. Avangard ütopya gerçekleşemediği ölçüde yenidir. Sonunda tartışma gelir düğümlenir, “melali anlamayan nesle aşina” olup olmamaya. Unutmamak gerekir, deus ex machina (makineden tanrı) da gününde “yeni”ydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder