"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

18 Kasım 2011 Cuma

Bu Gece Yalnız Yazacaksın


Nazlı Karabıyıkoğlu


Umut Y. Karaoğlu’nun ilk öykü kitabı Deli Heybesi’ni yavaşça çıkarıyorum heybemden. Kol saatime bakıp saat tam 4.30’da okumaya başlıyorum. Cebimden çıkardığım el aynasında yüzümün satırdan satıra nasıl seğirdiğini, değişip kasıldığını, dudaklarımın yukarı doğru nasıl büküldüğünü izliyorum. Telaşa kapılıyorum. Okuduklarım, uzun zamandır okuduğum diğer kitaplardan daha değişik sesler çıkarıyor; soluk aldırtıyor kimi cümleler bana.

Karşımda kapı, aynanın gösterdiği yere bakıyordum: Kendimin yokluğundan oluşmuş boşluğa… yalnızca bir çift gözdüm artık. Bu kadar kolaydı; bir adım atınca yok olup, bir çift göze, bir bakışa dönüşebiliyordu demek insan.
(El Aynası öyküsünden)

Öyküden öyküye sekerken ayakkabımın teki sayfaların birinde kalıyor. Gidip suyunu tazyikle boşaltan, soğuğu sıcağına karışmış musluğu açsam. Yüzümü yıkamayı düşünüp saatlerce akan suya baksam. Homofobiyi düşünsem o esnada. Tavuk kemiklerini ve homofobiyi. Ellerime baksam sonra.

Tırnaklarımın arası simsiyah mürekkepli öykülerle dolmuş. Tırnak makasını çıkarıp çekmecemden, bir bir kesiyorum tırnaklarımı. Kesikleri toplayıp peçeteye sarıyorum. Çay bardağını dudaklarıma götürüyorum; boğazım ılık, yapışkan bir sıvıyla gıcıklanıyor. Uyuz köpeklerin havlayışını içmeye çalışmışım meğer, sondan başa, baştan sona, sondan sona gitmişim. Adı olmayan ellerin pençeleri altında buruşmuş omzum.

Sigaraları değil, izmaritleri içmek lazım bazen. Oraya buraya, kumsala, otobüs durağına atılmış izmaritleri yakıp öykü öykü çekmek lazım içine. Dudağını yakmayı göze alıp okumak lazım. Yazın yitip gidişini bir de kumsaldaki izmaritlerden dinlemek.

Bal rengi camın soğukluğunu duyumsuyorum şimdi. Terleyen bira şişesi ellerimde. Uykusuzum ve içimin soğuyarak yanmasına ihtiyacım var. O halde diyorum şişeyi dikmeli tepeye, öyküyü artık bitirmeli. Çekmecenin ilk gözünü kapatıp ikincisini açmalı. Yemek borumda kabarcıklar.

Kum saati bekleyişi sonlandırır.

Üstüme bir şeyler çekip kitabın geri kalanını evin dışında, herhangi bir yerde bitirmek istedim. Kitabı koltuk altıma sıkıştırıp üstüme paltomu da geçirip fırladım çıktım evden. Telaşlıydım hala. Bulunduğum sokağı kesen başka bir sokağa girip iki apartmanın dar aralığından süzüldüm. İsli bir kuytuluk bulup çöktüm. Ceplerimi yokladım. Kalem, sigaralar, bir de çakmak çıktı cebimden. Kitabı okumaya devam ettim hemen.

Denizde boğmaya çalıştım kendimi. Olmadı. Hep yukarı yukarı çıktım. Hep öksürdü ciğerlerim. Dışarı attı suları, nefes aldı. Yoruldum. Kızdım. Allah’a küfür ede ede çıktım denizden.
(Çamaşır İpi öyküsünden)

Ne kadar zaman geçti bilemedim, ayaklarımın dibine yeşil-sarı bir tenis topu yuvarlandı. Top tozlu ve bereliydi. Peşinden koşturanı olmasın diye eğilip aldım tenis topunu, zihnimin en çalılıklı yerine doğru var gücümle fırlattım. Paltomun cebini tutan siyah ipi parmağıma doladım. Cebi sökmeye başladım. Parmağımda toplanan ipi iğneye geçirip siyah bir dikiş ipi kullanarak öyküleri birbirine diktim. Geldiğim sayfaya kadar bütün öyküleri birbirine sımsıkı tutturdum. Her öykü bir diğerine tutunarak çoğalmış, bir Umut’tan ipliklerden sarkan on yedi Umut türemiş.
Dikiş ipi kalınlaştı git gide. Başımı kaldırıp parmak kesen, ele kan oturtan çamaşır iplerine baktım. Apartman boşluklarına yeşil pembe düşürmüş çamaşır iplerini yazar. Bir an, tutunup iplere bu çöktüğüm boşluktan kaçıp gitsem mi diye düşünmedim değil.

Cebimdeki sigaraları ve çakmağı çıkardım. Sigaralardan birini dudaklarıma sıkıştırıp elimde çakmakla bir süre bekledim. Yeni bir öykü yaksam, izmaritini cebimde saklarım.

Turnikesinden bucak bucak kaçmış bir metro jetonunun, merdivenlerde tökezleyip cebime düşmesini izledim. Pıtır pıtır yuvarlanarak cebimden omzuma kadar yuvarlandı, boynumdan yüzüme çıktı. Metro jetonu göz çukurumu kendine dinlence yeri olarak seçti.  Sonra Umut, diğer gözüme parmağını soktu. Gözüm ılık ılık boşalıp aktı kitaba. Sayfalar iris, sarı nokta, sinir doldu.  Çıkardığı gözümü ve jetonu kan çanağının dibine bırakıp, artık bu sığınaktan kalkıp gitmek istedim.

Paramparça olmuş bir halde öyküyü bitirdigimde, biraz uzaklaşıp gözlerimi kısarak bakıyorum. Fena durmuyor aslında ama içime sinmiyor bir türlü. Bir şeyler fazla geliyor, bir şeyler eksik kalıyor her zaman oldugu gibi. Mesela, ne kadar çabalasam da, bir yumuşak g bulamıyorum kendime.
(Çekmece Kulpu öyküsünden)

Gitmek istiyorum. Çünkü bitti. Çünkü çok güzeldi. Çünkü artık ne zaman istesem geri dönebileceğim yeşil bir öykü kitabım var.

Eve dönüp çekmecenin kulpunu hızla çekip bir u’nun fırlayışını izliyorum. Dikiş ipliğini halat yapmış bir m çekmeceden çevik hareketlerle iniyor. Bir u daha zıplayıp çıkıyor çekmeceden. Koskoca bir t havaya savrulup avizeye tutunuyor, sonra diğer harfleri de kucaklayarak az ilerideki deli heybesinin içine atlayıp gözden kayboluyor. 

(Radikal Kitap, 18 Kasım 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder