"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Kutsal’ın Londra’daki Çiftliği


Melida Tüzünoğlu
Sıcak Nal, Mart-Nisan 2010, sayı 1. 


Genel Cerrahi

Dolma sarmaktan şişen parmaklarının arasındaki dolma kalemden birkaç damla mürekkep akıyordu. Akan mürekkep üzerinde kayak takımlarıyla kayan Ümit ustanın karnında bir doğum lekesi, annesininse hiçbir zaman yıkamaktan bıkmadığı yemek takımlarının üzerinde limon lekeleri vardı: analog bir devre, bir damla mürekkep ve asma yaprakları. Bir öykü kendini anlatmaya başlıyor, sütlü İngiliz çayları içiliyordu.

Bir gün Ümit’in annesi, sevincinden bir tepsi dolma sarmıştı.
Sardığı bir tepsi dolmayı lokantada şef olan oğlu Ümit’e yedirmişti.
Yedirdiği dolmalardan artakalan yapraklardan bir defter yapmıştı. Çalışkandı


Bir gün annesinin oğlu Ümit, bir tepsi dolma kalemi yemişti.
Yediği kalemlerden yayılan mürekkepten karnında bir leke oluşmuştu.
Üstüne sütlü çay içip, hastanelerde cerrahlara şirk koşturmuştu. Zekiydi

Her şey aynı anda gökten yere zembille iniyordu. Soru bir: zembil nedir?

Öykü devam ediyor, garsonlar çay fincanlarını mutfağa götürüyorlardı. Nefesler boşluklara dolup, boşluklara geri veriliyordu. Yer yarılıyor, her şey yerin içine giriyordu. Değil mi?

Ustalıktan hastalığa geçiş yapan Ümit, defterinin yapraklarıyla asma yaprakları arasında bir bağlantı kuruyor, bağlantısını yüksek mühendis olan çiftlik sahibine verip analog bir devre kurmasını rica ediyordu. Bana analog bir devre kurabilir misiniz Kutsal Bey?
Annesi mühendise “mehendis” diyor, ah çarpıcı İngiliz aksanı, hiyerarşik alçalma giderek artan basınçlı bir rüzgara dönüşüyordu. Ey değirmen döndür beni.

Mürekkepli dalgalar radyasyon yayıyor, kayak yapmak en az bulaşık yıkamak kadar saçma geliyordu. Saçma fakat gerekli diyordu Ümit:

Açılan iştahımla aç susuz bir kurt sürüsü gibi dolmaları istila ediyorum. İşte hayata dönüyorum.



Ağzından Yel Alsın Değirmenleri


Rüzgar saatte 19 km/hz ile esiyor,
göğüs kafesinden değirmen yönünde ulumalar eşliğinde düzensiz titreşimler yayılıyordu.  Yaşlı bir geyiğin yayvan ağzına yapışan bir kurt gibi,
kırt kırt diye sesler vererek vahşice titreyen çevik ve kısa ve ince bacaklarından ve sivri dişlerinden ve sık tüylü sağlam kürkünden,
titreyerek kaçan yaşlı bir geyiğin fabllara malzeme olduğu,
Canının yaprak sarmalarına malzeme olduğu gibi, Can kim?
yemek tariflerine tarifsiz deneyimler eklediği, nasıl ince ve kısa parmaklarıyla saatlerce sarıyorsa, aynından işte,
Canım seni çiğ çiğ yiyorum diyebiliyorsa, ve
yorgun düşüp aklını yastığına koyuyorsa, ve püfür püfür rüzgarda

  1. Ümit usta kayak yapıyorsa
  2. Kurt yaşlı geyiği kemiriyorsa
  3. dolmalar yapraklara sarılıyorsa

ağzımdan içeri son hızla giren yel, söyle, öyle sessiz durma seyirci, ağzımdan neyi almak istiyor?  (Ey değirmenlerden gelen yüksek elektrik akımı, aklıma elektrik akımı ver. lütfen. lütfen lütfen lütfen lütfen lütfen) O yel ki, -ki bağlaç olan ki,

1.      Ümit usta’yı taşıyamaz
2.      Kurdu kuşu almaz
3.      dolmalardan yem olmaz

Korkuyorum korkuyorum korkuyorum. Korkaktı

Bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkan rüzgar, Ümit usta’nın şuan kayak yaptığı denizlere radyasyon dalgaları monte ediyor, yerin dibindeki her şey katılaşmış bir biçimde yerin yüzüne çıkıyordu. Bir kıyamet Bir kıyamet. Çaylar seyircilerin –üstüne dökülüyor- kan basıncını artıyordu. Denizden bir küp şeker çıkıyor, Ümit usta’dansa bir dolma sarma makinesi yapılıyordu. Ümit ustanın robotu olsa ne şeker olurdu, değil mi?

1.        Allah’ın işine karışma
2.        Öyküyü takip et
3.        Öğün çalış güven
         
Okuyucular öyküye kulaklıklarıyla giriş yapıyorlar, analog devrelere bağlanıyorlar, seyirlik ve seyirci oluyorlar, kamera kontrolü ve bilet kesen adamlar, var sayılanlar ve sayılamayan varlıklar, soyutlar, hepsi değirmenin yanında öyküye bakıyorlar.
Din li yor lar, dinleyiniz. Can kulağıyla. Can kimdi canım?
                                                                                     
Aç kurt geyiği kemirmeye devam ediyor, bir belgesel havası bütün yapraklara siniyor, dolmalar bilinçleniyor, devrelerin formüllerine limonlu bir rutubet karışıyor, mürekkepler kağıtlara iyice dağılıyor, boşluklar doluyor fakat yapraklar korkudan dolmalara sarılıyordu. Bir kıyamet bir bozulma bir ateş topu. Peki, kurt geyiği neden yiyor?

Seyirciler bu öyküye hiçbir anlam veremiyor, ekranda aç kurt ve zavallı geyik oyuncu olmuş rol yapıyor. Kurdun ve geyiğin eti yenmez diyor arkadaki ses, TRT1’deki adamın dublajlı sesi mesela. Otoriterdi
Anne, canını dolmalara sarıyor. İngiliz aksanı otoriteye süslü ve komik bir hava katıyor.

Değirmenin yanında seyirciler, Ümit usta, annesi, ben, öyküm, herkes, bir de çiftlik sahibi yüksek mühendis Kutsal Bey. ta kendisi de orda, herkes bir ağızdan, yüksek sesle hazırolda:

Ey Kutsal Bey, ağzımızdan çıkan yellerden, başımızı ve talihimizi döndürüp, kanatlarınla son hızla çevirerek devrelerden devir devir elektrik yapamıyorsan, bu faturalar kimden ve neden geliyor? Değil mi? Bu çiftlikteki prizler neden santrallere ulaşamıyor? Seyirciler neden kaçıyor? Değirmenlerin suyu neden dönmüyor? Zembiller gökten yerlere nasıl iniyor?


Yüksek Mühendis Kutsal’ın Cevabı
           
Seyirciler sıkıntı içinde, kulakları kızarmış izliyorlar. Saatler geçmiş kurt gibi acıkmışlar. Mutfakta bir telaş, kurtlaşma semptomları ve kırt kırt sesleri. dayan dayan Ey seyirci.
Koca ekranda gösteri: kamera açık: seyirciler kendilerini izliyorlar: kendilerini aniden bir Sirkin içinde buluyorlar. Maymunlar. Şirk koşuyorlar. Zıplıyorlar. Acıkıyorlar. Canları sıkılıyor. Canlar kimdi?
Soru iki: şirk nedir, şirklere koşmak ne anlama gelir? Sarma ve dolma istiyorlar, bir ağızdan, o da yoksa yaprak yiyecekler. Dayan dayan cevap gelecek, öykü bitecek. Güçlüydü

Bir dolma kalem yuvarlanıp yere düşüyor,  kurtlar
kuşlar ve gagalar yaprakları tırtıklıyor     tık,              tık,             tık,      merdivenden sesler yankılanıyor,  tık,          tık,                     tık,
dolma kalem bunu yapmayı çok seviyor, yavaşça ahşap basamaklara en çok bombeli kısmını sürterek dönüyor, dönüyor. öyküm bana geri dön ey seyirci dönerek dön öyküme
Yakın çekim güvenlik kamerası seyircilere işkence yapıyor. Duygularını ve ihtiyaçlarını sömürüyor. Zaman geçiyor, kırt kırt sesleri ve acıkma semptomları içleri için için yediriyor.

Beklenen yanıt geliyor, Ümit usta lütfen bizi yalnız bırakma, korkuyor ve sıkılıyoruz.

Kutsal Bey analog devreye giriyor:


Şirk-i Hafi'den, yani gizli şirkten sayılan "sirkte şirk koşturmak" fiili, şirkin en şerlisi, şerlerin en şirklisi, keferenin tahribat gücü en yüksek olanıdır. Bu konudaki izahatın ekmeli, fıkıh sorunlarına Efendimiz'in (s.a.v.) hadislerine dayanarak getirdiği izahat ile maruf büyük müctehid ve mücahid ve fakih Celil ibn-Dansur'un (r.a.) "Nur İklimi ya da Ebedi Hasenat" adlı elliüç ciltlik ölümsüz eserinde bulunabilir.

Bu muhteşem eserin "Bidat'ın Tezahürü"  adlı yirmiyedinci cildinin "Yanılabileceğimi Hiç Sanmıyorum. Dilersen Anlaşabiliriz." başlıklı altmışbirinci bölümünde sözkonusu iğrenç eylemden bakınız nasıl bahsediyor büyük müctehid ibn-Dansuri:

"Evet. Yanılabileceğimi hiç sanmıyorum."

İbn-Dansuri, Tiflis Üniversitesi İslam Ürünleri Fakültesi'nde vereceği "Büyük Kafirlerin Düşünceleriyle Şirkin Dünü, Bugünü ve Yarını" konulu konferansın başlamasına iki saat kala, gözlerini Sheraton Tbilisi'nin dördüncü katında kendisine ayrılmış tek kişilik otel odasının açık beyaz tavanına açtı. Başucunda duran bir bardak suya uzandı, dudaklarından belli belirsiz bir besmele döküldü suyun üzerine. Önden besmelesinin bir kısmını, ardından serin suyu, son olarak da besmelesinden geriye kalanı içti.

Sirkte şirk koşturmak, şirki sirke koşmak, sirkte şirke koşulmak, şirksiz sirke koşmak...ve daha nice ahvalin tekmili ancak koşulsuz sirk şirkidir! Koşulması, koşturulması veyahut koşumlanması Rasul-i Ekrem'in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam dini hükümlerince mekruhtur!

İbn-Dansuri, sözlerini bitiremeden kopan alkışlar yüzünden konuşmasını bağırarak bitirmek zorunda kaldı. Öğrenci Kulübü Başkanı ve Sosyoloji Kulübü Eşbaşkanı Melinda Tuzunov tarafından takdim edilen plaketi kabul eden İbn-Dansuri, hayatının en mes'ud günlerinden birini yaşıyor gibiydi. İslam vardı, problem yoktu.



Londra’da Çiftlik Olsa Teklik Olmaz


Bu yanıt gökten zembille iniyor, zembilin anlamının bir çeşit sepet olduğu anlaşılıyor. Zekiydi
Sepetin içinde hurmalar, okunmuş sular, zeytinler ve peynirler. Bir de İngiliz çayı iniyor poşet çay paketlerinde. Seyirciler o kadar seviniyorlar ki sevinçlerinden utanç duyuyorlar. Bir alkış kopuyor, bir sevinç, bir ağız. Ekrandaki ses, geyik ve kurt eti yenmez diyor, Ümit usta bir dolma kalemi yutuyor, bir dolma kalemi daha yutuyor, bir dolma kalemi daha, bir tane daha, bir tane daha. Karnında bir leke oluşuyor. mürekkep lekesi.

Bir tepsi dolma bitiyor, Ümit ustanın annesi nasıl bitiyorsa, aynından işte. Yer yarılıyor, bir sepet daha tatatatannn diye yere düşüyor, seyirciler yiyecekleri talan ediyorlar, saldırıyorlar, bir sürü gibi istila ediyorlar, havada poşet çaylar uçuşuyor, yeller esiyor, değirmende dönerken ısınan sıcak sular üstlerine dökülüyor, çaylar dökülüyor herkes İngiliz çayı oluyor, o kadar acıkmışlar ki haşlandıklarını kimse fark etmiyor, bir pembelik geliyor ten renklerine, İngiliz pembeliği, elektrik akımı santrallere ve prizlere dağıtılmaya, seyirciler de elektrikler gibi yavaş yavaş dağılmaya başlıyorlar. Güvenlik kameraları çalışıyor. Çalışkandı

Görüntüde,
Ümit dolma kalemleri yiyor.
Kutsal Bey değirmeni döndürüyor.
Melinda Tuzunov tebrikleri kabul ediyor.

1 yorum: