"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

22 Haziran 2011 Çarşamba

Çakmak


Umut Y. Karaoğlu
Sıcak Nal, Ocak-Şubat 2011, sayı 6.

    Yine kimse görmüyor. Sağından, solundan, üzerinden geçip giden insanların hiçbiri varlığının farkında değil. Hatta sahibi bile. Annesi tarafından reddedilmiş bir panda yavrusu gibi, ne olduğundan, nerede bulunduğundan habersiz öylece yatıyor yolun ortasında.

     Sabahtan beri beşinci oldu. Öbürlerinden daha dirençli görünüyor ama pek şansı yok bunun da. Az sonra üzerinden geçecek onlarca tekerleğin altında azar azar, arkasında hiçbir iz bırakmadan yok olup gidecek. Yazık. İyilikten, güzellikten başka bir şey getirmeyecekti sahibine oysa.

    44 saniye önce doğdu, gördüm. Sahibinin önünde bekleyen adamın seyrek saçlarının rüzgarla sallanmasından, iki saç telinin birbirlerine değip değip ayrılmasından doğdu. Arkadaki kafeden süzülüp gelen ağırkanlı bir melodiyle; yolun karşısındaki çiçekçiden dağılan baygın bir kokuyla ve az önce yediği şekerin damağında bıraktığı tatla olgunlaştı sonra da. Boynundaki tatlı bir kaşıntıdan derisinin altına geçip tüm vücuduna yayılmak üzereydi ki 3, 2, 1. Yürü kayıp düşüverdi yere.


    33 yaşında bir kadındı sahibi. Eski bir duyarlılığa kapılıp boş bulundum, arkasından koşup uyaracak oldum bir an ama oturdum yerime hemen. O kaplan yavrusunun sırtlanlara yem oluşuna neden göz yumulduğunu biliyorum çünkü artık.

     (Bir azınlık üyesi olan bu kadın, aşık. Üç haftadır başka bir dünyada, hormonlarla yaşıyor. Her işin, her eylemin, hatta boş boş oturup yalnızca nefes almanın bile tensel bir haz verdiği; canlı, cansız her şeyin koşulsuzca sevildiği tuhaf bir dünya bu. Yatakta yatarken tavana bakıp gülümsemek, durup dururken müziğin sesini açıp kendi kendine dans etmeye başlamak, olmadı bir yastığa sarılıp yerlerde yuvarlanmak gibi tipik davranışlar sergiliyor. Süslenip püslenip, en renkli giysilerini giyerek çıkıyor evden. Bütün bunların kaynağıyla, aşık olduğu kadınla buluşmaya gidiyor şu anda da. Fakat bu hissi yanında götürmemesi, başka günlerden kalma, ezbere bir aceleciliğe kapılarak onu düşürmesi sonun başlangıcı oldu.

     İki saat sonra, sevgilisinin sarf ettiği ‘lazım gelmek’ sözünün yarattığı ‘lazımlık’ çağrışımı yüzünden hormon üretiminde bir dalgalanma olacak. Bu hissin yokluğunu duyacak içinde işte o zaman ve onun boşluğuna yuvarlanacak birden. Telaşla yüzeye çıktığındaysa gerçek dünyada buluverecek kendini: Bir yabancı görecek karşısında. Eli ayağına dolaşacak, avuçları terleyecek ve yüzünde çarpık bir gülümsemeyle konuyu değiştirmeye, geçen geceki x konusuna dönmeye çalışacak.

     Akşam eve dönerken üç haftadır ilk kez bir arkadaşına uğrayacak sonra. “Anlatırsam büyüsü bozulur diye korkuyorum ama” diye başlayıp başlayıp, bu hissin yerine arkadaşının imrenişini monte etmeye çabalayacak. Fakat uyduramayacak bir türlü.

     İçindeki boşluk yavaş yavaş yayılıp bütün sinir uçlarını ele geçirecek zamanla. Altı ay sonra ayrıldıklarında da hiç acı çekmeyecek bu yüzden.)

     Kırmızı yanıyor yayalar için. Kornalar ötüyor, sırtlanlar iyiden iyiye yaklaşıyor yavru kaplana. Anne kaplan çok uzakta artık. Bu sahnenin kesileceğini bilsem de işimi sağlama alıp kanal değiştiriyorum. Gökhan Gönül çizgiye inip kesiyor topu. Top havada süzülürken orta Niang’a değil de bize yapılmış gibi yavaşça kalkıyoruz yerimizden. 

     His de Guiza gibi titreye titreye doğruluyor o sırada ve var gücüyle sıçrayıp, yolun üzerindeki son kurtarıcıya, kaldırıma doğru uzaklaşmakta olan topuklu ayakkabının üzerindeki bileğe tutunuyor; yapışıveriyor aşil tendonun yanındaki boşluklara. (Koala, Avustralya’da yaşayan bir keseli, memeli türüdür. Yalnızca okaliptüs yaprağıyla beslenir ve nesli okaliptüs ağaçlarıyla birlikte tükenme tehlikesi altındadır.)

     Kadın ışıklardan sağa dönüp, “Gooll!” diye bağıran insanlara aldırmadan hızlı adımlarla devam ediyor yoluna. His içgüdüyle biliyor ki kasıklara doğru ilerlemesi gerek. Bir antilop sürüsünün, yolun sonunda sulak araziler olduğunu düşünmeden göçe başlaması gibi, oradan tüm vücuda yayılabileceğini düşünmeden biliyor bunu ve hemen, içinde ufacık bir güç kırıntısı bulduğu anda da tırmanmaya koyuluyor yukarı doğru.

     Fakat naylon çorabın üzerinde kayıp kayıp başladığı noktaya dönüyor kadının her adımında. Pes etmiyor yine de. Tekrar deniyor. Tekrar, tekrar… Tık. Tık. Tık. Varım. Tık. Varım.

     (Sürüye katılma çabasındaki bu kadın 22 yaşında. Üniversiteden sekiz ay önce mezun oldu ve iki ay önce de bir işe girdi. Tecrübesizliğine, gençliğine, kadınlığına karşı aralıksız devam eden saldırılardan oluşan sürüye kabul sınavlarına göğüs germeye çabalamaktan boynu uzadı, zürafaya döndü. Burnu havada, omuzları, göğsü dimdik, gözlerini önünde bir noktada sabitlemiş bir şekilde hızlı hızlı yürüyor hep. İş yerinden çıktıktan sonra da peşini bırakmayan o sözleri, bakışları, imaları defetmek istercesine, bir atın kuyruğunu sallaması gibi sağa sola savuruyor saçlarını arada bir.

     Bileğindeki kaşıntının farkında ama eğilip kaşıyamıyor. Dişlerini sıkıyor, gözleri sulanıyor.)

     Tenha bir sokağa saptığında dayanamıyor artık. Elini duvara dayayıp eğiliyor, hart hart kaşımaya başlıyor bileğini. His, altıncı kaşıyışta kadının tırnaklarına takılıp savruluyor ve yanlarından geçen kısa bacaklı köpeğin sırtına düşüyor.

     Sırtı seğiriyor, duraksıyor köpek. Yavaşça oturup sağ arka bacağını adet yerini bulsun diye boşlukta sallıyor birkaç kez. İki senedir ne dişleriyle ne de patileriyle ulaşabildi çünkü o noktaya. Ölene kadar da ulaşamayacak.

     His nerede olduğunu, ne yapması gerektiğini bilemeden öylece kalıyor bir süre. Sonra kafese yeni kapatılmış bir maymun gibi sağa sola atılmaya başlıyor can havliyle. Tüylere çarpıp çarpıp düşüyor; yavaş yavaş yoruluyor, durgunlaşıyor sonunda.

     (11 yaşındaki bu şirin köpeğimiz kısırlaştırıldıktan bir sene sonra kilo almaya başladı ve üç sene içinde de dışa doğru hafif bombeli bir silindir şeklini aldı. Günün yirmi saatini yatarak, geri kalanını da üç bina arasında gölge kovalayarak geçiriyor bu sıralar ve üniversite üçüncü sınıfa giden bir çocuk tarafından besleniyor. Çocuk iki gün önce memleketine gittiği için gençken kendisine birkaç kez kemik vermiş olan kasaba doğru ilerliyor şu anda.)

      Derken bütün gücünü toplayıp bir pire gibi sıçrayıveriyor. Kaldırımın kenarında, düşürdüğü bir şeyi almak üzere eğilmiş olan adamın boynuna tutunuyor. Adamın tenine değer değmez anlıyor amacına ulaştığını. Bırakıyor kendini ve ensesinden omuriliğine girip tüm vücuduna yayılıveriyor bir anda.

     Adam ürperdi. Bir uyarı olarak aldı bunu. Doğrulurken, “Hayır” dedi içinden, “Bu sefer… Bu sefer hayır, kaybetmeyeceğim onu.” Gülümsedi. Çakmağı iç cebine koydu ve elini kaldırıp bir taksi durdurdu. Alnını cama dayadı yine gülümseyerek. İçerinin sessizliğine gömülüp dışarısını izlemeye koyuldu.

     Bara girdiğinde arkadaşı çenesini eline dayamış öylece duvara bakıyordu. Birasını yarılamıştı. Gelip uzun uzun sarıldı arkadaşına. Arkadaşı güldü; oturduktan sonra bir sigara çıkardı. Ağzının kenarından, “Ateşin var mı?” diye sordu sigarayı sallaya sallaya. Adam elini iç cebine götürmek üzere kaldırmışken, küçük bir manevrayla yön değiştirip ensesine götürdü,“Yok.” dedi yüzünü buruşturup kaşınırken.

     His yanıldığını anladı. Etçil bir bitkinin renklerine, kokusuna kanmış bir sinek gibi titredi, bir noktada toplamaya çalıştı kendini. Fakat kapanıverdi yapraklar. Adamın karın boşluğunda dağılıp gitti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder