"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Alakarganın Sise İlticası

 Uğur Büyüktezgel
 Sıcak Nal, Mart-Nisan 2010, sayı 1.                                                            

 “…Gökyüzü kargaların olanaksızlığıdır…”
                                                                                           Franz Kafka

    Uzun ve rengi kaçmış, genç kızlığında çeyizini hazırlarken boyun kısmına işlediği patiska gerdanın teyel yerlerinden sökülüp, bir tür boyunbağını andırdığı geceliği bacaklarından kayıp suyunu ısıttığı güğümün yanına düştü.  Kalçaların dibi beze tutmuş, mosmordu. Çoraplarını diz altlarına kadar sıvamıştı. Sutyeninin kopçalarını açmadan, boynundan çekerek çıkardı. Meme uçları iri tüylü, esmerdi. Neredeyse çeyrek asır sonra ikinci kez gebe kalışının ilk ayları, göbek derisi yeni yeni kalınlaşmaya yüz tutmuştu. Kaynar suyun ılıyıp ılımadığını ayakucunu değdirerek ölçtü ve bileğiyle güğümü somyanın paslı demirine çekti. Okunmuş tülbendi yastığın altından çıkardı. Köşedeki hurcun dibinde sakladığı merhem kavanozunun ağzına bastırıp ters çevirdi. Uzun yağmurların ardından bastıran sıcaklarda, üşenmeden, nerden bakarsan altı aylık yetecek kadar küfeler dolusu kurumuş akçıl mantar toplar, zeytinyağında kavurup elekten süzdürür, tavşan ya da sincap bulamadıysa bahçedeki kurdun safrasıyla karıştırır, okunmuş cam kavanozun içinde, kümeste kuluçka sıcaklığında günlerce bekletirdi. Kokusunu hissetmeyecek kadar benimsemişti artık. Rengi de pek bir şeye benzemezdi. Gerçi kıvamını tutturmak için kaşığı içine daldırdığı hiçbir an, ümit etmenin aslen vazgeçmekten ibaret bir şey olduğunu, ne zehir gibi kokusu, ne de acımtırak tadı hatırlatırdı ona.

16 Ağustos 2011 Salı

Somali Açıklarında Edebiyat



Nuriddin Farah ve 'Başka Bir Entellektüel' Olmak

Ceren Yartan
Sıcak Nal, Ocak-Şubat 2011, sayı 6.

 Yıllardır ülkesinden ayrı yaşayan bir akademisyen olan Jeebleh, yirmi yıl sonra çocukluğunun geçtiği şehre, yani Mogadişu’ya gelir. Amacı, nasıl öldüğünü bile tam bilmediği annesinin mezarını bulmaktır. Beklentilerinin aksine havaalanında ne yakınlarını sevinçle karşılayanlar ne de onları uğurlamak için despedida geleneğini yerine getirenler vardır. Uçaktan iner inmez, milislerin açtığı bir yaylım ateşinin ortasında kalır ve bir çocuğun serseri kurşunlarla can verdiğine tanık olur. Yaşadığı şehir New York City’den ülkesindeki gelişmeleri izlemiş olan Jeebleh, Somali’nin en büyük probleminin etik ve sorumluluk yoksunluğu olduğunda karar kılmış gibidir. Havaalanındaki insanların çocuğu kurtarmak ya da milisleri engellemek için hiçbir şey yap(a)maması, hatta bunun neredeyse normal karşılanması bu düşüncesini destekler, fakat aslında kendisinin de bu çaresiz grubun içinde yer almış olması da Jeebleh’nin ahlaki duruşunu okura sorgulatmaktadır.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Postfeminist Bir Edebiyat Fanzini: Cin Ayşe!



Anita Sezgener ile Söyleşi

   Sıcak Nal, Mayıs-Haziran 2010, sayı 2.
  
  İlk sayısı 2008’de yayımlanan Cin Ayşe, afili bir ‘kültür sanat edebiyat fanzini’. Beat Kuşağı Kadınları’na ayırdığı, özenle hazırlanmış hacimli ve iddialı dosyasıyla koleksiyonluk bir cilt olan dördüncü sayısı, geçen hafta (Nisan 2010) yayınlandı. Değme ‘basılı’ dergide göremeyeceğiniz “Kadınların dadası” ve “Beden sanatı” dosyaları da önceki sayıların çarpıcı verimleri arasında. Sessiz sedasız yürüyen bu cesur girişim tam bir alternatif kültür yayını. Merakla sözü Cin Ayşe’nin kalbi Anita Sezgener’e bırakıyoruz...


SICAK NAL: Cin Ayşe’nin macerasını anlatsan diyoruz öncelikle: nasıl doğdu bu fikir, nasıl bir derginin eksikliğinin hissedildiğini düşündün(üz) de Cin Ayşe doğdu? 

ANİTA SEZGENER: Feminizmle tanışmam Amargi ile oldu. Amargi’nin çalışmalarından uzaklaştıktan sonra -istekli bir çekilmeyle- bir süre tortop durdum. Ne kadar örgütlülüğü önemsesem de, sanırım huy itibarıyla tekilliklere daha yakınım. Cin Ayşe’yi çıkarma düşünceleri sonrasında olgunlaştı. Amargi deneyimi kadınların bağımsız örgütlenmesinin önemine iyice ikna etmişti beni. Böyle olunca da Cin Ayşe (sadece kadınların yer alacağı bir dergi fikri) doğal olarak kadınların görünürlük projesi olarak ortaya çıktı. Bu, bir pozitif ayrımcılık problemi. Aslında, erkek kotası koymak gibi yaklaşımlar da mevcut ama biraz çekindim bundan sanırım. Şu görüntü geliyordu gözümün önüne: Ayşe ile Suna arkada, atlı arabayı Ali sürüyor, “Manzarayı bırak da biraz biz seyredelim” diyen Ayşe öne geçiyor, Ayşe sürmeye başladığında Ali sürekli direktifler veriyor ona. Ayşe Ali’ye “Arkaya geç” deyince Ali ilkin itiraz ediyor, sonra gönülsüzce arkaya geçiyor, ama bu kez de arkadan karışmaya kalkışıyor.