"Sıcak Nal" kapıya asılmaz!


İki Aylık Edebiyat Dergisi

31 Aralık 2011 Cumartesi

Eylül’ün Pornografiye Açılan Merdivenlerinde Bir Jüpon: Mehmet Rauf


Makbule Aras
Sıcak Nal, Eylül-Ekim 2010, sayı 4. 



Mehmet Rauf denince akla ilk gelen, hiç kuşkusuz Eylül romanıdır. İkincisi ise bu romanın unutulmaz fetiş nesnesi “eldiven”dir. Roman kahramanlarının adları ise zamanın oyunbaz ellerinde ters yüz edilmiştir sanki. Kadın kahramanın adı Suat, erkek kahramanın adı Süreyya’dır. İşte bu ad seçimi de yazarın hiç düşünmediği garip bir ayrıntıya dönüşerek kahramanların adlarının hafızalarda yer etmesini sağlamıştır.

Eylül, Servet-i Fünun’da 1900’de tefrika edilmeye başlanır. Kitap olarak yayımlandığı tarih ise 1901’dir. Suat ve Süreyya’nın evlilikleri odağında gelişen romanda Süreyya’nın amcaoğlu Necip’in kadraja girmesiyle birlikte ritim yükselmeye başlar. Necip, Suat’a âşık olur ve bir süre sonra Suat’ın kalbi de bu yasak aşk tarafından işgal edilir. Yazar her iki kahramanın da ruhunu didik didik eder, okurunu imkânsız aşkın insan ruhunda açtığı uğultulu, dipsiz kuyuya doğru çekip götürür.

Eylül’deki aşk tende değil ruhlarda yakıcı ürpertilerle gezinip durur ve okur bir sayfadan öbürüne bu ürpertilerin izlerini takip ederek geçerken tıpkı romanın kahramanları gibi hummalı bir hastalığın pençesine düşer.  Roman boyunca hareket halindeki aşk magması zaman zaman yeryüzüne sızar. Kurguya bakıldığında yazarın işte bu magmanın yeryüzüne sızdığı noktaları,  son derece ustaca kurgulanmış ayrıntılarla görünür kıldığı fark edilecektir.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Öykünün Güdük Ağacı

Selçuk Orhan
Sıcak Nal, Temmuz-Ağustos 2011, sayı 9. 


90’lı ve 2000’li yılların öykü dergilerinde dikkate almaya değer bir nokta var: Birçok derginin hemen her sayısında, “öykü” ya da “yazmak” üstüne en az birkaç öykü yer almış. Kimi zaman, yazarın yazma anının somutlaştığı bir imgeyle başlanmış; örneğin, bilgisayar ya da daktilosunun karşısında, yazdığı ilk cümleyi izleyen bir yazar... Kimi zaman öykünün ya da anlatmanın ne olduğu üstüne konuşan bir karakter devreye giriyor. Bu kendi üstüne kapanma hali o dönem için güncel edebiyatın tıkanıklığına ilişkin bir ipucu da taşıyor: Yazar, öncelikle kendi pratiğini ortaya dökerek okurun beklentisini yönetmeye çabalıyor. Diğer bir deyişle, öyküye, öykünün neliğini ya da en azından nasıl doğduğunu konuşmadan giremiyor- çünkü tasavvur edemediği o korkunç okurun bir öykü okumak için henüz bir gerekçesi olmadığına inanıyor.

Öykünün kendisinden söz etmesinin bildik bir teknik olduğu, bu metinlerde yazarların niyetinin tek tek ele alınarak incelenmesi gerektiği söylenebilir. Ancak yazma anının, öykü patlamasının yaşandığı söylenen belli bir dönem boyunca sıklıkla konu edilmesi, (üstüne üstlük bu yöntemle yazılmış metinlerin neredeyse hiçbirinin aklımızda yer etmemiş olması) yaygın bir sorunun göstergesi sayılmalı. Geçtiğimiz 10-20 yılın öykücülüğünde “yazmak” işinin kendisi çok kafa kurcalamışa benzemektedir. Psikolojik bir açıklama: Kendini yazmaya zorlamak, yazma işinin kendisini öykünün konusuna dayatabilir; bu biraz acı ama sözünü ettiğimiz öyküler özelinde doğru olabilecek bir gerekçe.  

Eleştirel bir not daha: 90’lı ve 2000’li yıllarda öykücülüğümüzde bir patlama yaşandığı söyleniyor, oysa dönemin değerlendirmelerine göz atıldığında bir yetersizliğin sıklıkla vurgulandığı da gözden kaçmıyor. En ortalama örneklerden biri sanırım, Adam Öykü’nün editörlüğünü üstlenen Semih Gümüş’ün yeni ya da genç yazarlar üstüne söyledikleri.

8 Aralık 2011 Perşembe

ONLAR TOPLANTISI'NA DAVETLİSİNİZ

Sıcak Nal dergisi yayın hayatına Mart 2010'da başladı. Sıcak Nal'ı heyecanla hayal ederken, ne yayınlayacağımızı önceden bilmeyi reddettik, yeniyi kendi bilinmezliği içinde, kalıba sokmaya uğraşmadan kabul ettik. 'Başka bir öykü'ye, başka bir bakışa platform olmak, yaratıcı, yol açıcı girişimlere hem yer sunmak, hem de doğumlarına katkı yapmak istedik. Deneysel edebiyatla, avangardla, biat etmeyenle, vasatistan sınırını kaçak geçenlerle, kendi bildiğini yazanlarla flört etmeye dikkat ettik. Ne piyasaya göre hizaya girecektik, ne de kariyerist koalisyonlara metelik verecektik. Haliyle, bu kadar iddia bizi yordu! Boğazımız kurudu, Kadıköy'e indik. Derken, Kadıköy'de, aklımıza, neden her şey metinselmiş gibi davranıyoruz, yüzyüze de konuşalım, tartışalım, beraber olalım, beraber bakalım, ne yapacaksak yapalım ama bu sefer başbaşa yapalım dedik. Sıcak Nal adına bir dizi Öykü Günleri tertipleme fikri işte böyle doğdu. 'Onlar Toplantısı', 10 Aralık 2011'de, Kadıköy'de, Gümüş Kafe'de, bu seriyi başlatma gayesiyle açılacak. Herkes davetli.

1 Aralık 2011 Perşembe

11. Sayının Sunu Yazısı:

Farmville Sanattır!

Gazetelerdeki kültür sanat sayfalarının, kültür sanat dergilerinin video oyunlarına gereken saygıyı duymasının zamanı gelmedi mi? 'Oyun'a genel olarak daha fazla saygı duyulması gerektiği de söylenebilir belki, ama özellikle bilgisayar ekranlarını, interneti ve konsolları kaplayan oyunları sanatın içinde okuma, sanat terimleriyle birlikte okuma zamanının geldiği açık. Sıcak Nal'da iki sayıdır bu yönde bir genişlemenin egzersizlerini yapıyoruz. Selçuk Orhan, Kemal Akay ve John Lancaster'ın yazılarıyla oluşturduğumuz dosyanın davet yanı böyle ortaya çıkıyor.

Feride Evren Sezer'in çevirisiyle sunduğumuz Thomas Jones'un Pynchon üzerine yazısı ise 10. sayıda öne çıkardığımız avangard dosyasına ve önceki Pynchon vurgumuza göz kırpıyor. Melike Koçak'ın Sevim Burak'ın çalışmasını okumadan geçirdiği yazısıyla birlikte bu iki metin yenilikçi edebiyat çizgisini dört koldan didikleme uğraşımızın bir neticesi durumundalar. Gary Lutz ve Sharon Olds'dan yaptığımız çeviriler de bu çerçevede değerlendirilebilir.